7 Eylül 2007 Cuma

Bizimkiler vs Lost

Dün Lost'un 3. sezonunda ilerlerken aklıma bir soru takıldı. Acaba bir gün bizden de Lost'vari kaliteli bir yapım çıkacak mı? Başlığa bakıp biraz abarttığımı düşünebilirsiniz; sonuçta Lost hali hazırda yayınlanan dizilerin en iyilerinden, Bizimkiler ise 1989’da çekilmeye başlanmış iddialı olmayan bir apartman dizisi. Dönem farklı, bütçe farklı, anlayış farklı vs. Fakat iyi ya da kötü olsun, izlediğim her yabancı dizide özgünlük, akıcılık, yaratıcılık almış yürümüş durumda. Oysa bizde en çok tutan diziler haricindeki tüm ortalama diziler yabancı dizilerden ya apartma ya da “kuvvetlice esinlenme”.



Süper Baba, İkinci Bahar, Perihan Abla
ve bunun gibi dizileri bir tarafa koyuyorum. (İsteyen bu listeye Bir İstanbul Masalı,
Asmalı Konak vs. de ekleyebilir, bence onlar burada değiller). Şu an kanallarımızda oynayan dizilerin büyük bir kısmı –aslında takip etmek de zorlaştı, 20 dizisi olmayan kanalı dövüyorlar- yabancı rakipleriyle kıyaslandığında çok yavan kalıyorlar. Yabancı dizilerde format 40-45 dakika dizi, 15-20 dakika reklam şeklinde 1 saati tamamlamaktır. Oysa bizde format, rating’i yüksek olan dizileri sakız gibi çeke çeke uzatmak ve alabildiğin kadar reklam alarak geceyi tamamlamak. İlk hangi cin fikirlinin aklına geldi bilmiyorum ama dizinin bir önceki bölümünü “özet” diyerek 1 saat boyunca tekrar yayınlamak da işte bu sündürme anlayışının bir ürünü. Bu sayede Asmalı Konak denen işkencenin gece yarılarına kadar sürdüğünü hatırlıyorum.

Seyircisine saygı duymayan bu anlayış, dizinin takip edilmesini de imkansız kılıyor. Örneğin bayıla bayıla izlediğim 24’te reklam aralarının en babası 4 dakikadır. Oysa ev arkadaşlarımın süper ilgiyle izlediği Asmalı Konak’ın reklam arasında gidip duş aldığımı hatırlıyorum! Döndüğümde dizi başlamak üzereydi, bir sonraki günün dizisinin reklamı yapılıyordu! 18 dakika ara verildikten sonra diziye veya filme tekrar konsantre olmak mümkün müdür? Reklam süreleri RTÜK tarafından düzenlendikten sonra bu sorun biraz aşıldı gibiyse de; reklam geliri seviyesini koruyabilmek için dizileri sündürme başladı.

Herkesin büyük bir ilgiyle izlediği İkinci Bahar, Süper Baba gibi dizilerde konu akardı. İyi oyunculuk ve kuvvetli bir hikayenin yanı sıra, her bölümde bir önceki bölümün üzerine mutlaka yeni gelişmeler olurdu. Oysa şimdi öyle değil. Aslında anlatacak hiçbir hikayesi olmayan 1001 Gece, hikayeyi uzatabilmek için Bergüzar Korel’in buğulu gözleriyle oradan oraya bakmasını, bakıp bakıp durmasını; aslında iki insan arasında çok kolay çözülebilecek, sadece “Canım sorun nedir?” diyerek halledilebilecek bir problemi 7-8 bölüme yayıyor. Sonunda da salak gibi barışıyorlar. Başka bir yaratıcılık abidesi olan Gümüş adlı dizide bölüm içerisinde 3-4 gün geçiyorsa, her gün için mutlaka önce Üsküdar sahilinden Kız Kulesi’ni gece görürüz, sonra da tüm boğazı sabah. Salağız ya sabah olduğunu başka türlü anlamamız mümkün değil! Eğer izlediyseniz, ortalama bir Seinfeld bölümünde anlatılan hikayelerin çokluğunu, derinliğini ve de konunun akışını düşünün; bir de Aliye’yi. Aliye’yi 10 hafta izlemeseniz bıraktığınız yerden ilerlemediğini rahatça görürsünüz. Oysa yabancı diziler için neredeyse yarım sezona tekabül eden 10 bölümde bir dünya değişiklik olur…

Bunların haricinde son trend yabancı dizileri kopyalama ve de pişkin pişkin üzerine yatma şeklinde. Türk versiyonu yapılan Evli ve Çocuklu (Married with Children), Patron Kim (Who’s the Boss), Aslı ile Kerem (Dharma and Greg), Tatlı Hayat (The Jeffersons), Acemi Cadı (Sabrina The Teenage Witch), Doktorlar (Buna apayrı bir parantez açmak lazım zira diğerleri tek bir diziden apartmayken bu Grey’s Anatomy, Nip/Tuck ve ER’in ortalamasıdır) gibi dizilerin bazıları orijinal eseri jenerikte belirtirken (bkz. Acemi Cadı) bir çoğu “Abi ne alaka, sana öyle gelmiş” diye işi pişkinliğe vuruyor. Ki bunlar sadece benim bildiklerim, kim bilir daha ne örnekler vardır. Bakın eleştirmesi tabu olan Avrupa Yakası ve Seinfeld benzerliklerine hiç girmedim bile…

Yaratmak şüphesiz kolay bir şey değil. Ama bu kadar kolaya kaçarak, seyirciyi salak yerine koymakta hakikaten ayıp olmaya başlıyor. Bu trend çalacak bir şey kalmayıncaya kadar devam edecek sanırım. Hangi kanalda olduğunu bilmiyorum ama “gerçek zamanlı” bir diziye başlayacaklarmış. İşte kızın tekine virüs enjekte edilmiş, 24 saat sonra aktive olacakmış vs. Ne kadar ilginç! Hikayenin Mission İmpossible 2’den, konseptin de 24’ten çalındığı bir dizi daha! Kahramanın adı da Cem Bavır olsun mesela! Önümüzdeki dönem de “Kahramanlar” diye bir dizi çıkarın, çalıp çırpmakta sınır tanımayın!

Not: Bu post’tan sonra Günaydın’dan, Kelebek’ten falan TV eleştirmenliği teklifi almak hedefindeyim! :)