7 Haziran 2007 Perşembe

Zorb

Boyner’in 25. yaşı vesilesiyle yaptığı etkinlikler bütününün en ilgi çekici elemanı bu Zorb denilen hadise oldu. İlk kim düşünmüş, nası yapmışlar, acaba Leonardo Da Vinci’nin meşhur çiziminden mi (Hombre de Vitruvio, Vitrivius Adamı) esinlenmişler bilmiyorum ama pazar günümüzü neşeye boğdu! Zorb tam olarak iç içe 2 top diyebiliriz. 2 topun arasında 20 – 25 cm hava tabakası var bu sayede yuvarlanabiliyosunuz! İnsanı geçebileceği bir delik var oradan kendinizi içeri atıyosunuz. Boyner25 için 2 çeşit "Zorblama" fırsatı vardı, biri havuz üzerinde birisi de yaklaşık 7 – 8 mt yükseklikten yuvarlanarak.

Mekanın Parkorman olduğu bu güzel günde sabah 11-13 arası Basın ve V.İ.P’lere ayrılmıştı. [V.İ.P yerine bundan sonra Bekir Coşkun’un muhteşem kısaltması gibi Ç.Ü.K kullanmalı yani Çok Ünlü Kişi :)] Bir kez daha tanıklık ettim ki Basın ve Ç.Ü.K’ler en ballı kesimin en önde gidenleri. Sabahtan kendilerine Padişah kahvaltısı hazır edilmiş, sefil halk aralarına katılmadan rahat rahat binsinler diye tüm Zorb’lar hazır edilmiş vs. Söylemeye gerek yok Ç.Ü.K olarak değil, basın davetlisi olarak katıldığımız bu günde tüm Zorb’ları tecrübe ettik.

İlk Zorb biraz daha riskli gözüken yüksekten yuvarlanma. 7 – 8 mt yükseklikte bir balondan kaydırağın (daha bilimsel olarak eğik düzlem de diyebiliriz) üzerine çıkıyosunuz, orada Zorb sizi bekliyo. İçine girip elleri, ayakları sıkıca bağlıyosunuz, göğüsten çaprazlama kemer takıyosunuz. Da Vinci eserine benzediğiniz kısım burası işte. Ondan sonra sizi paldır küldür yuvarlıyolar. Balon kaydıraktan inme kısmı kolay da, yerle temas ettiğinizde biraz zıplıyosunuz adrenalin de tam bu noktada tavan yapıyor zaten! :) Binmeden sordum daha kusan birisi olmamış. İçeriden nasıl gözüküyor merak ediyorsanız aha tam olarak şöyle bir şey.

İkinci Zorb’da bir hamster ne hisseder bunu tecrübe ettim. Zira havuzun üzerine konmuş bu Zorb her ne kadar suda yürümüş hissi verse de aslında siz balonun içinde zavallı bir Hamster’cık gibi koşuyosunuz ve aynı yerde dönüp duruyosunuz. Sizi getirip götürenler havuzun 2 tarafındaki görevliler. Ellerindeki iple yön veriyoruz ayağında balon içinde debelenenleri çekerek havuzu geçmelerini sağlıyolar. Yoksa sabaha kadar balonun içinde çırpınırdık...

Türkiye’de bir yerlerde var mı veya bir daha Türkiye’ye gelir mi bilmiyorum ama bir şekilde fırsatınız olursa kaçırmayın derim.

İlginç bi not: Bir Zorb toplam 500 kez kullanılıyormuş. Sanırım sonra patlama riski falan oluyor.
Nedir ne değildir merak edenlere şuraya bakmalarını önerebilirim.


Bozulan Paralar Teoremi

İnsan cebindeki paranın bozulmaması için gösterdiği çabayı oldukça az şeye gösteriyor. Herkes mutlaka cebindeki para bozulduğu zaman bir sıkıntı yaşamıştır. Neden diye sorulduğunda insanların cevabı da aynı oluyor : “Bozulunca çok çabuk bitiyor!”

Acaba gerçekten öyle mi? Yani bi 20 lira, bi 10, bi 5, üç 1, dört tane de 50 kuruşa göre daha mı zor harcanıyor? Bunun 2 açıklaması olabilir. İlki bu tamamen psikolojik (ki bence öyle), ikincisi ise cebimizde -Shakira misali- şıngır şıngır bozuk paralarla dolaşmak istemediğimiz için bu paralardan kurtulmayı seçiyoruz. Bir çok kez cebimde akbil olmasına rağmen halk otobüsüne bozuk paraları itelediğimi bilirim. Bu durumun psikolojik olduğunu düşünmemin sebebi aynı hissin daha büyük banknotlarını bozdururken de gelmesi. Bazı insanların yüzünde 100 lirası bozulurken ciddi bir sıkıntı oluştuğunu görebilirsiniz.

Tabi insanlar çeşit çeşit... Geçen gün biri – o kendini bilir – daha aynı ilk haftasında “Cebimde hiç para yok!” diyince neden bankadan çekmediğini sordum. Verdiği cevaba hala gülüyorum : "Bankadan para çekince bitiyor!" Gerçekten öyle mi okuyucu? Bankadan çekilen para buharlaşıyor mu? Neler oluyor? Bankalar bu işten ne kadar sorumlu? Hepsi ve daha fazlası sırlar ve cinler dünyasının bir sonraki bölümünde!

6 Haziran 2007 Çarşamba

Klişe Başlangıç Yazıları

Bir gazeteci yeni bir gazeteye geçtiğinde köşesinde yaptığı ilk şey yeni gazetesini övmek olur. “Basının güçlü sesi X’e geldiğim için, siz değerli okurlar vs.” Bazıları eski gazetesine laf sokar, bazısı ex’ten hiç bahsetmez; çok azı da eski gazetesini olumlu anar. Bundan sonra gelen de hemen köşesinde nelerden bahsedeceğidir. Bu klişe başlangıç yazısı formatı bana oldukça komik geliyor.

Ciddi gazetelerin hepsinde sayfanın tepesinde hangi kısımda olduğunuz yazar. Siyaset, ekonomi, yaşam veya Türkiye... Siyaset sayfasına gelmiş bir yazarın “Türkiye siyasetini ve günlük politik olayları anlamaya çalışıp, zamanın hızlı akışında akıl süzgecimizden geçenleri tarihe not düşeceğiz.” demesi bana absürd geliyo! (Bazıları da böyle edebiyat parçalıyor ki off of...) Benzer bir örnekte Metin Tokat’tı. (Bilmeyenler için Metin Tokat yıllarca 1.ligde hakemlik yapmış bir nevi sivri olmayan Ahmet Çakar). Milliyet’teki ilk yazısında hakem hataları ve spor yazacağından bahsetmişti! Hem de spor sayfasında! Daha ilk yazısından her şeyi anlattı, tüm heyecanı kaçtı! :) Oysa kendinden beklentimiz yemek tarifleri ve ünlülerin giyimlerine not vermesiydi!

Ben öyle yapmayacağım. Amacım dünyayı ele geçirmek ve bu blog’dan bunu adım adım nasıl becerdiğimi okuyacasınız!